Bu yazı Psikeart Dergisi’nin Bipolar Bozukluk sayısında yer almıştır.
“Bir ölü yatağının başındaki umut gibi
Her yanda her şey yırtılmışken
Deliren suların yanı başında.”
Byron
Lisans eğitimimiz sırasında psikopatoloji dersi için okuduğumuz bir kitaptı Kay Redfield Jamison’ın Durulmayan Bir Kafa kitabı. Psikeart’ın yeni ay konusu da bipolar bozukluk olunca aklıma ilk gelen yine bu kitap oldu.
Yazar aslında bir ruh sağlığı profesörü ve kitabı kaleme aldığında otuz yılın üzerinde bir manik depresif bozukluk mücadelesinin olduğunu belirtiyor. Ve kitabı yazma kararını saklanması gereken bir şey varmış gibi yaşamaktan ve davranmaktan yorulduğu için veriyor.
Yazarın hem öldürücü hem de yaratıcı olarak tanımladığı ve vahşi bir hayvana benzettiği bu hastalığa kitabın ışığında biraz daha yakından bakalım.
En genel tanımıyla bipolar bozukluk kişinin iki ayrı duygu durumunu canlılık ve çöküş olarak dönemsel döngülerle deneyimlediği ruhsal bir süreçtir. Birbirine zıt ve güçlü bu iki dönem, kişinin günlük yaşamında iniş çıkışlar yaşamasına sebep olmaktadır.
Yazar “Açıkça anladım ki, aşırı enerjim, kapıldığım hevesler çevremdekilere yorucu gelebiliyordu; haftalarca yüksekten uçup çok az uykuyla idare ediyor, sonra birden düşmeye başlıyordum, düşüncelerim kararıyor, yaşam kasvete bürünüyordu.” tanımı ile mani ve depresyonun kendi içindeki seyrini tanımlıyor.
Manik Dönem
Mani veya hipo-mani dönemlerinde, kişide alışılmışın dışında bir enerji, daha az uyku ihtiyacı, büyük düşünceler, aşırı konuşma, şişirilmiş özgüven, sonucunu düşünmeden, dürtüsel bir şekilde hareket etme (fazla alışveriş, rastgele seks, araç kullanırken aşırı hız, aşırı para harcama), öfke veya hırçınlık gibi durumlar gözlenirken, depresif dönemde, bunların tam tersi söz konusudur.
Depresif Dönem
Depresif duygu durum ve özsaygıda azalma, mutsuzluk, karamsarlık, düşük enerji ve hiçbir şey yapmama isteği, yalnızlık, çaresizlik, kronik yorgunluk, iştahsızlık, uykuda düzensizlik, intihar düşünceleri, konsantrasyonda bozulmalar, fiziksel aktivitelere karşı isteksizlik, yapılan aktivitelerden eskisi kadar keyif almama bipolarbozukluğun depresyon döneminde ortaya çıkan durumlardır.
Bipolar Bozukluk Kimlerde ve Ne Zaman Görülür?
Bipolar bozukluk, toplumda ortalama olarak % 2-3 civarında görülmektedir. Erkeklerde ve kadınlarda görülme oranı benzerdir, ortaya çıkma zamanı ergenlik ya da yirmili yaşların başları olarak bilinmektedir.
Sevilen birinin kaybı, doğal afetler, istenmeyen iş ya da ev değişimi gibi olaylar, kişinin dönemsel geçişlerini tetikleyebilir ya da ilk hastalık periyodunu ortaya çıkarabilir. Mevsim değişiklikleri iki uçlu bozuklukta yaşanan geçişleri etkilemektedir. Bipolar bozukluğa sahip olan kişiler, ilkbahar ve yaz aylarında genellikle manik dönem yaşarken, kış ve sonbahar aylarında sıklıkla depresif duyguduruma geçiş yaşarlar.
Yazarın duygu dünyasındaki değişim on beş yaşındaki taşınma ve ortam farklılaşmasıyla başlıyor ve dünya ayağının altından kaymaya başlıyor, on altı- on yedi yaşlarında ise uçlardaki duygulanımların hissiyatı kendini göstermeye başlıyor, ilk atağını ise on sekiz yaşında geçiriyor.
Kişilerin bu bozukluğu yaşama sebeplerine bakacak olursak genetik etkenlerin çok büyük oranda olmakla birlikte, beyindeki hücreler arası iletimdeki bozulmaların da etkili olduğu bilinmektedir.
Kitapta yazarın babasının benzer döngülerinin olduğunu ve karanlık dönemin baba için de bir değişim süreci ile birlikte ortaya çıktığını görüyoruz.
Redfield kitap boyunca manilerini sıkça uçuş olarak tanımlıyor. Ve bu dönemlerin hastalık olarak tanımlanmasının ne kadar güç olduğunun altını çiziyor. Ve depresyon dönemine geçişi de sanki derin bir boşluğa yuvarlanma hali olarak betimliyor. Tüm bunların başlangıcını yaşarken henüz üniversiteye bile gitmeyen bir genç olan yazarın ölüm fikriyle ilk buluştuğu zaman da yine buraya rastlıyor. Üstelik yaşadıklarını herkesten gizlemeye çalıştığı ve “kendi sorunlarımı kendim çözmeliyim” düşüncesi ile daha da içeride yalnızlaşma durumunu deneyimlediğini anlatıyor.
Mani- depresyon döngüsünü Vincent Millay’ın bir şiirinden yola çıkarak şöyle tanımlıyor:
“Dünyanın normal bir algılamasıyla başlıyor,
Daha sonra coşkunluk ve hayal görme aşamalarından geçerek dayanılmaz acılı umutsuzluk, çaresizlik dönemine varıyor,
Sonunda yeniden normal dünyaya ama daha derin bir algılama gücüyle dönüyordu.”
Hastalığının on birinci yılında destek almayı ancak kabul edebilen yazarın bunu kendi arzusuyla değil de artık başka çaresinin kalmadığı hissiyle yaptığını görüyoruz. Etrafındaki insanların psikiyatri profesörü olması, ilaca ve psikoterapi desteğine yönelimi kolaylaştıran bir durum olarak düşünülebilir.
Bipolar Bozukluk Nasıl Tedavi Edilir?
İki uçlu bozukluğun tedavisinde, iki basamak olduğu görülür. Bunlar; akut tedavi ve koruyucu tedavidir.
Bipolar bozukluğun erken teşhisi, süreçte yaşanabilecek zorlukları engellemede önemli bir yer tutmaktadır. Ancak bu teşhisin, alanında uzman kişilerce yapılması büyük önem arz etmektedir. Yalnızca terapi desteği değil, psikiyatrik bir destek de gerekmektedir.
Durulmayan Bir Kafa’da yazar psikiyatrist ile yaptığı ilk görüşmesinde doktorun sorduğu soruları şöyle sıralıyor; “Son zamanlarda günde kaç saat uyuyorsun? Dikkatini toplamakta zorluk çekiyor musun? Her zamankinden daha çok konuşuyor musun? Her zamankinden daha hızlı konuşuyor musun? Biraz yavaşla, ne dediğini anlamıyorum şeklinde uyarıda bulunan oldu mu? Hiç durmadan konuşmak ihtiyacı nı duyuyor musun? Enerjin her zamankinden fazla mı? Yakınların sana yetişmekte zorluk çektiklerini söylediler mi? Her zamankinden daha faal misin, bir sürü yeni projen var mı? Kendi düşüncelerine yetişmekte zorluk çekiyor musun? Her zamankinden daha tedirgin ve sinirli misin? Cinsel faaliyetin arttı mı? Çok para harcıyor musun? Aklına eseni yapıyor musun? Her zamankinden daha çok ve çabuk öfkeleniyor musun? Özel yeteneklerin ve güçlerin olduğunu hissediyor musun? Hayal gördün mü, gaipten sesler işittin mi? Gövdende garip duyumlar fark ettin mi? Bu semptomlardan herhangi birini daha önceden yaşadın mı? Ailende benzer sorunları olan kişiler var mı?” Bu detaylı klinik araştırma sonucunda manik depresif bir hasta olduğu tanısı ve lityum tedavisinin gerekliliği tamamen netleşiyor.
Tedavi devam ederken yazar deneyimlerini şu satırlarla ifade ediyor; “Lityum çekici ama yıkıcı uçuşlarımı engelliyor, depresyonlarımı azaltıyor, kafam iyice karıştığında sapla samanı ayırt etmemi sağlıyor, beni yavaşlatıyor, yatıştırıyor, mesleğimi ve ilişkilerimi altüst etmekten kurtarıyor, hastane dışında ve hayatta tutuyor, psikoterapiye devam etmemi sağlıyor. Ama inkar edilemez gerçek şu ki, sağlığa kavuşturan psikoterapidir. Karmakarışıklığın içinden anlamlı bir şeyler çıkarmanızı, dehşet verici düşünce ve duyguların dizginlenmesini ve belli ölçüde denetimi sağlayan, bütün olanlardan bir şey öğrenmek olanağını ve umudunu veren psikoterapidir.
Hiçbir hap, hap almaktan nefret etme sorunumu çözmeme yardımcı olamaz; aynı biçimde psikoterapi de tek başına manilerimi, depresyonlarımı engelleyemez. Her ikisine de gereksinmem var. İnsanın yaşamını haplara, kendi acayip huy ve inatlarına ve de psikoterapi adı verilen bu benzersiz, garip ve eninde sonunda çok derin ilişkiye borçlu olması ne tuhaf.”
Tüm bu farkındalıklara rağmen ilaca olan direnci satırlarda görüyoruz. Doktorun önerdiği gibi düzenli bir kullanıma geçmek için yazarın birkaç şiddetli mani krizi ve intihara yönelik depresyon geçirmesi söz konusu. Bunun baskın sebeplerinden biri hastalığın reddi olmakla birlikte mani dönemlerine duyulan özlem hatta mani tiryakiliği olarak da belirtiliyor. İlerleyen sayfalarda da tüm dirençlerinin sebeplerinin aslında ilacın işe yaramayacağı korkusuyla temellendiğini görüyoruz; ilacı sürekli olarak kullanır ve iyileşmezse son çaresi de elinden gitmiş olacak ve geriye tek bir seçenek kalacak; intihar! Burada da devreye iyileştiren ilişkiler giriyor. Redfield’ın güç aldığı, çektiği acıları dayanılır kılmaya yardım eden duygu; aşk. Süreç boyunca yaşadığı dağılmışlığın yanında, sevginin varlığını Byron’dan yaptığı alıntılarla tarifliyor:
“Bir ölü yatağının başındaki umut gibi
Her yanda her şey yırtılmışken
Deliren suların yanı başında.”
Kitap çerçevesinde hastalığı tarif etmeye çalıştım. Kitap boyunca iniş çıkışlara, umutsuzluklara, yıkımlara rağmen ve tüm bunlarla birlikte devam edebilen bir yaşama şahitlik ediyorsunuz. Eğer bipolar bozukluk yaşayan birinin yaşam döngüsünü daha ayrıntılı bilmek isterseniz ya da kendinizi benzer döngülerin içinde bulduğunuzu fark ederseniz kitabı okumanızı içtenlikle tavsiye ederim.
Klinik Psikolog Sena Soysal
İstanbul Ataşehir Psikolog
Not:
Dergiye abone olmak isterseniz:http://www.psikeart.com