Daha önce hiç gitmediğin bir yolda, bilmediğin bir yerde navigasyonunu açmış, ona bakarak yönünü buluyor, yolunda ilerliyorsun… Hava kararmış, etraf sisli ama önününü görebileceğin kadar açık; tedirginsin ama korkmuyorsun, çünkü hangi yoldan gideceğini sana söyleyen bir yardımcın var. Rotanı çizmişsin, güvendesin.
Bir anda telefonun ekranının kapkaranlık olduğunu düşün şimdi, bir daha açılıp açılmayacağını bilmiyorsun. Biraz beklemeye karar veriyor, güvenli bir şekilde sağa yanaşıyorsun. Bir süre bildiğin her türlü yolu deniyorsun yeniden açılabilmesi için ama çabaların karşılıksız kalıyor. Bir anda fark ediyorsun; rotanı kaybettin. Nereye, nasıl gideceğini bilmiyorsun çünkü her şeyi telefonunun seninle olduğu akışa göre hazırlamıştın, ve şimdi tamamen hazırlıksız kalakaldın!
İşte tam da yukarıdaki kısa hikayede olduğu gibi başladı benim için pandemi süreci. Hayatımı olduğu haliyle çok seviyor, sahip olduğum her alanı keşfettiğime inanıyordum. Yoğun çalışma temposu, sosyal yaşamın dışarıda akışı, hizmet sektörünün sunduğu konforla birlikte evim benim için otel gibiydi aslında. Mart ayının ortasından itibarense otel olarak kullandığım evimin aslında ne kadar kapsayıcı ve bana ait olabileceğini fark edeceğim bir süreç başladı benim için. Bunları yazarken de hala o sürecin içindeyim… Ancak aldığımız haberler doğrultusunda içinde farklı anormalliklerle karşılaşacağımızdan emin olduğum bir yeni normale geçiş eylem planı bilgisi mevcut. Bu yeni maceraya atılmadan önce bu sürecin bize bıraktıkları ve bizden aldıklarıyla ilgili biraz düşünelim istedim.
Kabul Etmek ve Reddetmek Üzerine
İçinde bulunduğumuz halden ister memnun olalım istersek bununla ilgili sayfalarca yazabileceğimiz kadar şikayet dolu olsun hislerimiz eğer kabul hali bizimle birlikte değilse yokuş aşağı yuvarlanıyor olmak kaçınılmaz gibi geliyor.
Ben de baktım ki dışarıdan gelen herhangi bir şey bana tehlikeyi taşıma riskine sahip, bunca yıldır arama epey bir mesafe koyduğum mutfakla barışarak başladım Korona serüvenine. Ellerimin kremden başka bir kokusu olduğunu hiç hatırlamıyorum… Meğer soğan kokusu da fena durmuyormuş onlarda. Soğan kokan halimi de sevdim. Belki bana annemin evinde olmayı, o güveni, rahatlığı ve yuva hissini hatırlattığı için kolay sahiplendim o kokuyu. Sadece kokuyu değil yarattığım tadları da sevdim sonrasında. Meğer üretmek, ürettiğin şeyi tüketerek yeniden kendini beslemek ne başka bir duyguymuş. Kendimi beslediğime inandığım alanlara bir yenisini daha soğan kokusunun da yardımıyla ekledim.
Bundan sonrasında bizi nasıl bir hayat bekliyor bilmiyorum ama evimden bir yuva yaratabileceğimi biliyorum artık. Ve kabulün verdiği desteğe sığınmayı, onunla yol almayı, bazen sadece durmayı biliyorum…
İnkar etmenin, reddetmenin verdiği huzursuzluk halini deneyimlediyseniz eğer, bir de kabule şans verin derim. Belki orada daha önce bilmediğiniz bir halle buluşacaksınız. Belki de daha size ait bir parçayla karşılaşacaksınız.
Uzman Psikolog Sena Soysal
İstanbul Ataşehir Psikolog